Basit cevap şu ki, insanlar başkalarının yargılarından korktuklarında, başkalarının sevgisini, kabulünü ve saygısını ancak onları ilk sıraya koyarak kazanabileceklerini düşündüklerinde ya da başkalarından onay almaya derin bir ihtiyaç duyduklarında hayır diyemezler. Başka bir deyişle, kendilerine yeterince değer vermedikleri ve öz değerlerinin başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğüne bağlı olduğu durumlarda.
Kendinizi kötü, endişeli ve rahatsız hissetmeden hayır demek sizin için zorlayıcıysa, ‘Hayır’ dediğinizde diğer insanların nasıl tepki vereceğini kontrol etmekten sorumlu olduğunuza inanıyorsanız; başkalarının duygusal sorumluluğunu üstleniyor olabilirsiniz. Bunu yapmak sizi zihinsel, fiziksel ve duygusal olarak yorar ve yeterince sorumluluk alamayan insanlarla sağlıksız sınırları olan ilişkilerde sıkışıp kalmanıza neden olabilir. Bu sağlıksız sorumluluk, fazla sevgi dolu ya da fazla verici olmakla ilgili değildir. Başkalarına karşı çok destekleyici ve cömert olup yine de insanlara hayır diyebiliyor olabilirsiniz. Kendi ihtiyaçlarınızı ve başkalarının ihtiyaçlarını dikkatlice değerlendirip gerektiğinde hayır demek, sizin kendinize olan asıl sorumluluğunuzdur.
Hayır diyememek, başkaları tarafından onaylanma ihtiyacıyla doğrudan bağlantılıdır. Peki nasıl başkalarının onayına ihtiyaç duyan yetişkinler haline gelmiş olabiliriz? Çoğu zaman bu, sevgiyi sadece kendimiz olarak elde edemeyeceğimizi hissettiğimiz bir çocukluktan kaynaklanır. Çocuklukta, ebeveynler veya bakım verenler, onların sevgisini ‘kazanmak’ için çocuğa uyum sağlaması veya bir performans göstermesi gerektiği hissini bırakabiliyorlar. Örneğin bazı bireyler, yüksek düzeyde beklenti ve taleplerin mevcut olduğu ve bunlara uymamanın önemli sonuçları olan otoriter ebeveynlerle büyürler. Bu sonuçlar örtülü hoşnutsuzluktan doğrudan istismar ve kötü muameleye kadar gidebilir. Ancak tüm bu ilişki dinamiğinin temelinde, hayır demenize izin verilmediğine ve hayır demenizin; kendinizi, fikirlerinizi ve duygularınızı ifade etme hakkına sahip değerli bir birey olarak sevilmemeniz ve kabul edilmemenizle sonuçlanacağına dair açık bir mesaj vardır.
Ailelerde toplumsal beklentiler açıkça mevcuttur ve ebeveynler toplumsal mesajları çocuklarına aktarırlar. Ama her şey buradan ibaret değildir. Okullarda, dinlerde, spor ve sosyal kulüplerde, arkadaşlık gruplarında, pek tanımadığımız insanlarla iletişimimizde, medyada, ünlü kişilerin veya politikacıların mesajlarında nasıl davranmamız gerektiği, toplumda onay ve kabul görmek için kim olmamız gerektiğine dair güçlü mesajlar vardır. Bu beklentilere uymamanın sonuçlarını da zamanla öğreniriz. Bazı kişiler, dolaylı olarak dışlanmış hissederken diğerleri ise yargılanıp eleştirildikleri ve kendilerini özgün bir şekilde ifade etmelerine olanak sağlayacak şeylerle ilgilenmeleri engellendiği için kendilerini doğrudan dışlanmış hissederler. Ne şekilde olursa olsun, dışlanma acı verici bir reddedilmedir ve insanların bilinçli ya da bilinçsiz olarak kabul ve aidiyet kazanmak için uyum sağlamaya başlamasına yol açabilir. Çoğu kişi için bu uyum sağlama, ‘hayır’ dememektir. Bu sadece onların gerçekte kim olduklarını bastırıp, dahil ve ait olmaya çalışmalarıdır.
Bazı insanlar ortaya çıkaracağı sonuçlarından korktukları için (çatışma, başkalarını hayal kırıklığına uğratma, terk edilme gibi) kimseye hayır diyemezler. Buna, parasal kaygılar, iş güvensizliği, aile sorunları, ilişki sorunları ve insanlar arasındaki doğal farklılıklar gibi gerçek, gündelik mücadeleler de eklendiğinde, bu sonuçlar uyum sağlama konusunda her zaman mevcut bir tehdit haline gelir çünkü çoğu insan için çoğu zaman uyum sağlamak mümkün bile değildir.
Bireylere aile ve toplum deneyimleri, hayatı nasıl yaşayacakları ve kendilerini nasıl ifade edecekleri konusunda kısıtlı seçenekler sunuyorsa, hayır deme seçenekleri de sınırlanır. Ve onlara, neden hayır demeleri gerektiği, hayır demenin getirdiği suçluluk, şüphe ve korkuyla nasıl başa çıkabilecekleri ve gereken çeşitli bağlamlarda nasıl hayır diyecekleri öğretilmez. Bu sorunlar hep birlikte öz değer duygusunu bozar ve gerçek benliklerini ifade etme yeteneklerini ellerinden alır.
İhtiyacımız olduğunda ‘hayır’ diyememenin sonuçları oldukça fazla ve derindir. “Vücudunuz Hayır Diyorsa” kitabında Mate, hayır diyemeyen kişilerin ciddi ve güçten düşürücü bir hastalığa yakalanma olasılığının, daha iddialı ve kendine daha çok önem veren kişilere göre çok daha yüksek olduğunu ortaya koyar. Bunu, ölümcül kanser hastası, MS, MND, Lupus ve Vitiligo gibi otoimmün hastalıkları olan, kronik akciğer hastalıkları, diyabet ve diğer birçok hastalıktan muzdarip kişileri içeren uzun yıllara dayanan araştırma ve vaka çalışmalarına dayandırır. Mate’in kitabının mesajı şu: Eğer ‘hayır’ diyemezsek, beden bunu bizim için yapacak, zayıf bir hale gelecek veya daha önce fonksiyon gösterdiğimiz gibi gösteremeyecek kadar hasta olacağız. Mate’e göre öfke, sınırlar koymamızı ve ‘Hayır’ dememizi sağlayan tetikleyicilerden biridir. Öfkemizi kendimize ve başkalarına katkıda bulunacak şekilde nasıl ifade edeceğimizi öğrenmeliyiz. Ancak birçok insan kendi öfkesinden korkar. İnsanların onlardan hoşlanmayacağı ve ‘insanların duygularını inciteceklerinden’ korkarlar, dolayısıyla öfkelerini kendileri pahasına yutarlar. Her zaman herkesi kendilerinden önde tutarak ‘iyi’ ve ‘yardımcı’ olurlar. Bu tür eylemler, başkalarına öncelik vermenin sonuçlarından dolayı ‘benliğin’ kaybıyla sonuçlanır. Bu modeli takip eden insanlar genellikle gerçekte kim olduklarını bile bilmezler.
Peki hayır diyememeyi nasıl bırakabiliriz? İlk adım, değerlerinizin ne olduğunu, sizin için neyin önemli olduğunu ve hayatınızda neyi isteyip neyi istemediğinizi değerlendirmek için biraz öz değerlendirme yapmaktır. Özgün benliğiniz hakkında ne kadar net olursanız, bir şeye evet demenin sizi uyumsuzluğa sürükleyeceğini belirleme olasılığınız ve hayır demeniz gerektiğinde kendinize olan güveniniz de bir o kadar artar. Hayır demenin özü, neden hayır dediğinizi anlamak, neye hayır dediğinizi fark etmek ve hayır demenize engel olan şeyleri anlamaktır. Hedeflerimiz ve değerlerimizle uyuşmayan şeylere hayır demenin, değer verdiğimiz şeylere zaman açmaya yardımcı olabileceğini ve böylece daha mutlu ve daha tatmin edici bir hayata katkıda bulunabileceğini hatırlamak faydalı olabilir. Bu süreçte yakın çevrenizden ve bir profesyonelden destek almak da yardımcı olabilir.