3 Aralık 2024

Etiyoloji, bir hastalığın ya da anormal davranışların bilimsel bağlamda nedenlerinin çalışılmasıdır. Depresyon, kişinin kendini çok üzgün, umutsuz ve önemsiz hissettiği ve genellikle de yaşamın normal olarak mümkün olmadığı ciddi bir sağlık durumudur. Depresyon tek bir nedene bağlı değildir; depresyon birden fazla faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Bu faktörler 4 kategoride toplanır ve bu makale depresyonun biyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel faktörleri arasındaki etkileşimi açıklayacaktır.

Genetik yatkınlık teorisi, bozuklukların genetik kökenli olduğu varsayımına dayanır. Depresyonun etiyolojisi ile ilgili yapılan en merak uyandırıcı araştırmalar genler ve depresyon arasındaki ilişki ile ilgili olanlardır. İnsan genom haritası, genlerin depresyonun oluşumunu nasıl etkilediğine dair net bir açıklama vermektedir. Çift yumurta ve tek yumurta ikizlerinin cinsiyetlerine dayalı araştırmanın bulgularına göre, depresyon oranları %39’luk bir ortalamayla erkek ve kadın ikizlerde benzerdir (Kendler et al., 1999). Tarihsel olarak, genlerin depresyona etkisi ikizler üzerine yapılan araştırmalarda ortaya konmuştur. Depresyon söz konusu olduğunda ikiz çalışmaları şunu göstermiştir ki çift yumurta ikizleri tek yumurta ikizlerinden daha düşük uyum oranına sahiptir. Aile çalışmalarına göre, akrabası olmayan bireylerin depresyon yaşaması akrabalara sahip olan bireylere oranla daha mümkündür. Genlerin doğrudan karşılaştırılması, genler ve ruh hali arasındaki bağlantıyı göstermenin popüler bir yöntemi haline gelmiştir. İkiz ve aile çalışmalarının sonuçları, öğrenmenin depresyonun gelişimi üzerindeki etkisini açıklayamazken, DNA’nın kişisel tecrübelerden etkilenmesi olası görünmemektedir. DNA çalışmalarında, depresyonla ilgili olan nörotransmitterlarla (sinir ileticilerle) ilişkili belli genlerin özellikleri karşılaştırılabilmektedir. Dikeos ve arkadaşları (1999), depresif ve kontrol gruplarında D3 dopamin reseptörünün genetik lokasyon farklılıklarını karşılaştırmışlardır. Araştırmaya göre, kontrol grubunun %50’sinde ve depresif bireylerin %75’inde D3 polimorfizmi (çok biçimliliği) ile ilişkili aleller taşıyan genotipler bulunmuştur ve bu sonuçlar depresyonun genetik etkilerini kanıtlamaktadır (Hersen et al., 2011).

FMRI verilerine göre, beyin hasarı olan bireyler üzerinde yürütülen araştırmalar ve PET çalışmaları beynin dört bölgesinin depresyonla ilişkili olduğunu göstermiştir. Uyaranlara karşı verilen duygusal tepkilerin depolanmasından sorumlu olan Amigdala bu bölgelerden biridir. Bir diğeri, uyaranlara mantıksal anlam yüklemek gibi bilişsel süreçlerden sorumlu ve karar vermeden (uyaranla ilgili ne yapılmalı) sorumlu orbitofrontal kortekstir; dorsolateral prefrontal korteks ise sosyal yargı, planlama, niyetlilik ve karar vermeden sorumludur. Son olarak, beynin depresyonla ilişkili olan son bölgesi, duygusal tepkilerin modülasyonundan, hata tespitinden görevlerin öngörülmesi ve motivasyondan sorumlu olan anterior (ön) singulat kortekstir (Koenigs ve diğerleri, 2009). Beynin bu bölgeleri, kişilerin problem uyaranlara karşı duygusal tepkilerini yönetebilmesinde yardımcı olur; birlikte iyi çalışırlarsa sorunlarımızı yönetebiliriz. Beynimizdeki bu bölgelerden herhangi biri beyin hasarı, öğrenilmiş davranış kalıpları ve konjenital anomalilerin (doğumsal kusurların) sonucu olarak depresyona yol açabilir. Örneğin; dorsolateral korteks hasarının bir sonucu olarak kişi sorunlara karşı verdiği duygusal tepkileri kontrol edemez (Koenigs ve Grafman, 2009).

Kaynaklara göre serotonin ve norepinefrin gibi nörotransmiterların eksikliği depresyonun nedeni olabilir. Norepinefrin ve serotoninin salgılanması ve dağılımını düzenleyen antidepresanlar mevcuttur. Bu ilaçlar reseptör kullanımını artırmaktan çok nörotransmiter üretiminde daha etkilidir. Kaynaklara göre, nörotransmiterlardaki herhangi bir anormallik her zaman depresif ruh haline yol açmaz (Moore & Bona, 2001). Nöroendokrinoloji çalışmaları, depresyonun biyolojik nedenleriyle ilgili net bir açıklama sunar. Bu alandaki en önemli araştırma, hipotalamik- hipofiz- adrenal eksen işleyişi ve 40 yaş ya da üstündeki katılımcılar arasında yapılmıştır (Lopez-Duran, Kovacs, & George, 2012). Nöroendokrin sisteminin en önemli parçası, stres tepkileri de dahil olmak üzere bedensel prosesleri düzenleyen hipotalamik- hipofiz adrenal aksıdır. Tiroid fonksiyonlarındaki herhangi bir anomali, depresyonun semptomları olabilir. Nöroendokrin çalışmalarına göre, prolaktin seviyesindeki anormal referans değeri, serotonerjik sorunlara problemlere verilen kortisol tepkileri ve yüksek miktardaki prolaktin depresyonla ilişkilidir. Yanı sıra, bu anomaliler nedenselliğin tam anlaşılması için bir açıklama sunmakta, ayrıca depresyon için etkili ilaç tedavisinin geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır (Pariante& Lighman, 2008).

Altenor ve meslektaşlarının (1979) deneyi, kaçışı olmayan bir modelle şok verilen sıçan grubunun, kaldıraç-basma mekanizmasını kullanarak şok problemini çözme olasılığının düşük olduğunu, ancak herhangi bir kaçınılmaz şok modeli verilmeyen sıçanların daha fazla şok problemini çözdüğünü gösterdi. elektroşoku çözmek için manivela presini kullanması muhtemeldir (Altenor, Volpicelli ve Seligman, 1979). Biriken bilimsel kanıtlar daha sonra depresyon ve öğrenilmiş çaresizlik arasındaki ilişkinin altını çizdi. Ayrıca yükleme riski yüksek olan bireylerin stresli olaylarla karşı karşıya kaldıklarında depresyona önemli ölçüde yatkın oldukları görülmüştür (Hersen ve ark. 2011).

Araştırmacılar, depresyonun sosyal, davranışsal ve çevresel nedenlerini desteklemek için pek çok çalışma yürütmüşlerdir. Literatür taramasına göre, bilişsel yüklem, başa çıkma becerileri ve öğrenilmiş çaresizlik olmak üzere üç psikolojik değişken ve bunlara ek olarak depresyonla alakalı bir öğrenme teorisi bulunmamaktadır. Olumsuz beklentileri ve bilişsel hassasiyeti olan bireylerin, stres ya da sorunla karşılaştıklarında depresyona girmeleri daha olasıdır. Bu nedenle, kendileri ve çevreleriyle ilgili yüksek düzeyde olumsuz beklentileri olan bireylerin depresyona girme olasılığının arttığı görülmüştür (Seligman ve ark., 1984). Sorunlarımızla başa çıkma becerimiz de depresyonla bağlantılıdır, örneğin, problem uyaranlarla karşı karşıya kaldıklarında başa çıkma becerilerinin pasif formunu kullanan bireylerin depresyona girmeleri aktif başa çıkma becerilerini kullanan bireylere göre daha olasıdır. Bilişsel stil ve başa çıkma becerileri arasındaki etkileşimin depresyon geliştirmede daha büyük etkisi vardır. Öğrenilmiş çaresizlikteki bu etkileşim, pek çok çalışmayla desteklenmiştir. Bu teori hayvan modelleri üzerinde test edilmiştir. Testte, çözülmemiş sorunlar hayvan modellerine sunulur ve hayvanlar, sorunu çözme girişiminde bulunduklarında elektroşok gibi hoş olmayan sonuçlarla karşılaştılar. Altenor ve meslektaşlarının deneyi (1979), şok verilen fare gruplarının, kollu pres mekanizmasını kullanarak şok sorununu çözmeleri olası olmadığını ama şok verilmeyen farelerin elektroşok sorununu çözmek için kollu presi kullanmalarının daha olası olduğunu göstermiştir (Altenor, Volpicelli, & Seligman, 1979). Toplanan bilimsel kanıtlar, daha sonra, depresyon ve öğrenilmiş çaresizlik ilişkisinin temelini oluşturulmuştur. Ek olarak, yükleme riski yüksek olan bireylerin, stresli olaylarla karşı karşıya kaldıklarında depresyona önemli ölçüde yatkın oldukları gözlemlenmiştir (Hersen ve ark., 2011).

Diğer yandan, kişinin öğrenme geçmişi de depresyona girmesinde önemli bir rol oynayabilir. Ferster’a (1973) göre, depresyonlu insanlar aktivitelere katılmaktan kaçınmaktadırlar. Aktivitelere katılma düzeyinin düşük olması, öğrenmek için daha az fırsat ve sonuçta da yaşam boyunca karşılaşılan sorunlarla başa çıkarken daha az temel çözüm ile sonuçlanabilir (pekiştirme olumsallıkları). Lewinsohn’un (1974) depresyona yaklaşımına göre, depresyon çevresel faktörlerle ve olumlu pekiştirmelere sahip olmak üzere doğru yolları takip etme kişisel becerileriyle ilişkilidir. Olumlu pekiştirmeler edinen birey, olumlu olarak pekiştirilmiş benzer eylemleri tekrar edecektir. Bu tür davranış biçimine uzak olan birey depresyona girmeye yatkın olabilir. Jacopson ve meslektaşlarının depresyon teorisine göre, bireyin çevresindeki dünyadan kendisini geri çekmesi temel günlük rutinlerini bozabilir, bu da depresif ruh halini artırabilir ve sorun çözme kabiliyetini engelleyebilir.

Literatüre göre, yaşam içindeki stresli olaylar bireyin depresif nöbetler yaşamasını artırmaktadır. Çok uzun süre psikososyal stres altında kalan bireylerin depresyon belirtileri gösterdiği kanıtlanmıştır (Hammen ve ark., 2009). Kendler ve meslektaşları (2010), 6 aydan daha uzun süre zorluklarla karşı karşıya kalan ya da yoğun stres altında olan kişilerde depresyon belirtilerine rastlamışlardır. Kapçi ve Cramer (2000), hayatlarında sık sık olumsuz olaylarla karşılaşan ve bu sorunları kendi yetenekleriyle çözemeyeceklerini düşünen kişilerde pek çok depresyon belirtisi bulmuşlardır. Başa çıkma becerisi, başa çıkma beceri yüklemesi ve olumsuz deneyimler gibi çeşitli faktörler, depresyona girme riskine etki eder. Depresyon çok bileşenli bir bozukluktur ve yaşamdaki önemli olayların depresyon üzerindeki spesifik etkisini diğer parametrelerden net bir şekilde ayırt etmek zordur (Hersen ve ark., 2011).

Pek çok araştırmacı, bireylerin depresyon semptomlarını cinsiyetlerine ve ırksal-etnik kökenlerine dayanarak karşılaştırmışlar ve semptomların cinsiyet ve/veya ırksal-etnik kökenlerde farklılık gösterip göstermediğine dair net bir açıklama vermeye çalışmışlardır. Bazı araştırmacılar, bekledikleri depresyon semptomlarının Beyaz ırk (Kafkas) popülasyonunun gösterdiği semptomlarla karşılaştırdıklarında farklılıklar bulmuşlardır (Escalante ve diğerleri, 2000; Ryder ve diğerleri, 2008). WHO’ya göre depresyonun semptomları ve tedavileri kültürler arasında benzerdir. Alexopoulos (2005), etnik gruplardaki farklı depresyon oranlarının, finansal ya da kentsel stres gibi ülkedeki stresli olaylarla ilişkili olduğu varsayımında bulunmuştur. Hersen ve meslektaşlarına (2011) göre orta sınıf ve zengin azınlıklar ile orta sınıf ve zengin Beyaz ırk (Kafkas) arasındaki depresyon oranları karşılaştırıldığında uluslararası depresyon oranlarında benzerlikler gözlemlenmiştir. Kadınlar ve erkekler arasındaki depresyona yol açan nedenlerdeki farklılıklar halen karmaşık bir bulgudur. Erkeklerde depresyon görülme oranının düşük olması, erkeklerin sorunları kabul etmedeki düşük seviyesine, erkeklerin stresin üstesinden madde kullanımıyla (uyuşturucu maddeyle) gelme eğilimine; kadınlardaki artan depresyon yaygınlığının nedeni ise kadınların cinsel istismara maruz kalma riskinin yüksek olması ve bu nedenle erkeklere oranla daha yüksek stresör seviyesine sahip olmalarına bağlanmıştır. Bazı yazarlara göre, depresyon yaygınlığında kadınlar ve erkekler arasındaki evrensel farklılık hormonsal ve biyolojik faktörlerle ilişkili olabilir (Hersen ve ark., 2011).

Herhangi bir sonuç çıkarılabilirse, depresyon ruh halinizi, kelimelerinizi, davranışlarınızı ve ruh sağlığınızı etkileyen bir hastalıktır. Yapılan araştırmalara göre, depresyona tek bir şey neden olmamaktadır; depresyon birden fazla faktörün bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Makale biyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel olmak üzere dört ana faktörün etiyolojisini ve bu faktörlerin birbirleriyle nasıl etkileşim içinde olduklarını açıklamıştır.

Referanslar

Alexopoulos, G. S. (2005). Depression in the elderly. The lancet, 365(9475), 1961-1970.

Altenor, A., Volpicelli, J. R., & Seligman, M. E. (1979). Debilitated shock escape is produced by both short-and long-duration inescapable shock: Learned helplessness vs. learned inactivity. Bulletin of the Psychonomic Society, 14(5), 337-339.

Dikeos, D. G., Papadimitriou, G. N., Avramopoulos, D., Karadima, G., Daskalopoulou, E. G., Souery, D., … & Stefanis, C. N. (1999). Association between the dopamine D3 receptor gene locus (DRD3) and unipolar affective disorder. Psychiatric genetics, 9(4), 189-196.

Escalante, A., del Rincón, I., & Mulrow, C. D. (2000). Symptoms of depression and psychological distress among Hispanics with rheumatoid arthritis. Arthritis Care & Research, 13(3), 156-167.

Ferster, C. (1973). A functional analysis of depression. American psychologist, 28(10), 857.

Hammen, C. (2009). Adolescent depression stressful interpersonal contexts and risk for recurrence. Current Directions in Psychological Science, 18(4), 200-204.

Samuel, D. B., LaPaglia, D. M., Maccarelli, L. M., Moore, B. A., & Ball, S. A. (2011). Personality disorders and retention in a therapeutic community for substance dependence. The American Journal on Addictions, 20(6), 555-562.

Kapçi, E. G., & Cramer, D. (2000). The mediation component of the hopelessness depression in relation to negative life events. Counselling Psychology Quarterly, 13(4), 413-423.

Kendler, K. S., Karkowski, L. M., & Prescott, C. A. (1999). Causal relationship between stressful life events and the onset of major depression. American Journal of Psychiatry.

Kendler, K. S., Kessler, R. C., Walters, E. E., MacLean, C., Neale, M. C., Heath, A. C., & Eaves, L. J. (2010). Stressful life events, genetic liability, and onset of an episode of major depression in women. Focus, 8(3), 459-470.

Koenigs, M., & Grafman, J. (2009). The functional neuroanatomy of depression: distinct roles for ventromedial and dorsolateral prefrontal cortex. Behavioural brain research, 201(2), 239-243.

Lopez‐Duran, N. L., Nusslock, R., George, C., & Kovacs, M. (2012). Frontal EEG asymmetry moderates the effects of stressful life events on internalizing symptoms in children at familial risk for depression. Psychophysiology, 49(4), 510-521.

MacPhillamy, D. J., & Lewinsohn, P. M. (1974). Depression as a function of levels of desired and obtained pleasure. Journal of Abnormal Psychology, 83(6), 651.

Moore, J.D., & Bona, J.R. (2001). Depression and dysthymia. Medical Clinics of North America, 85, 631-643.

Pariante, C. M., & Lightman, S. L. (2008). The HPA axis in major depression: classical theories and new developments. Trends in neurosciences, 31(9), 464-468.

Peterson, C., & Seligman, M. E. (1984). Causal explanations as a risk factor for depression: theory and evidence. Psychological review, 91(3), 347.

Ryder, A. G., Yang, J., Zhu, X., Yao, S., Yi, J., Heine, S. J., & Bagby, R. M. (2008). The cultural shaping of depression: somatic symptoms in China, psychological symptoms in North America. Journal of abnormal psychology, 117(2), 300.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir